Abidin’le markette rastlaştık bugün.
Ne var ne yok, ne yaptın ne ettin faslını geçtikten sonra başladık reyonlar arasında birlikte dolanmaya..
Gözüm tıraş bıçaklarına ilişince gayriihtiyari ağzımdan çıkıverdi: “Yuh!” dedim, “65 liraya tıraş bıçağı mı olur?”
“İçinden 7 tane çıkıyor ama” dedi, “her bıçağı en az 10 tıraş kullanıyorum ben, zaten dört beş günde bir tıraş oluyoruz, canını sıkmaya değmez bence” diye ilave etti.
Tartışmaya değmez, susayım bari dedim içimden.
“Yağlar da çok arttı be Abidin!” dedim sıvı yağ reyonunun önünden geçerken.
“Abi çok yağ tüketiyorduk ama, hiç de sağlıklı değildi, neydi öyle o kızartmalar falan, şimdi yemeklere bir çorba kaşığı koyuyorum yetiyor, kendimi de öyle hafif hissediyorum ki şaşarsın” dedi terbiyesiz.
Ya sabır dedim sustum yine.
- Et, süt, peynir, yumurta..?
“Zaten yaşımız gereği artık sebze meyve ağırlıklı beslenmemiz gerekiyormuş, doktorlar bas bas bağırıyor, işitmiyor musun?” dedi.
Eh, “haksızsın” da diyemiyorsun ki?
Sebze üzerine düşününce “ting!” diye bir ampul yandı ama kafamda:
“Patlıcan 30 lira oldu Abidin!” diye şakkadak yapıştırdım kapağı!
“Yaz sebzesi yemesinler, mevsiminde yesinler” dedi şerefsiz!
…
Bakliyat reyonunun önünden geçiyoruz, şimdi desem ki “nohut 35 lira oldu Abidin”, ona da “gaz yapıyordu zaten” diyecek kesin.
“Ne yiyelim peki Abidin, sen söyle?” dedim.
“Az yiyelim abi, az” dedi, “serbest piyasa ekonomisi, fiyatlar bir gün çıkar, ertesi gün düşer, pahalıyken almazsın, ertesi gün ucuzlayınca azar azar alır yersin, zaten çok yiyorduk”, kemerinden dışarı taşıp artık neredeyse aşağı sarkmak üzere olan göbeğini göstererek “bak şu halime” dedi, yiye yiye ne hale geldik?
Ulan sinir oldum artık iyice ama diyecek laf yok.
Neyse, maaşın yarısını ruhumuzun geri kalanıyla birlikte kasada bıraktıktan sonra market faslını tamamladık, attık kendimizi dışarı.
Allahtan poşet ucuz.
Ona da zam gelse Abidin diyecek ki “İyi oldu, çok poşet kullanıyoruz, çevre kirliliği, mikroplastik partikül vb.”
Allahım şu düştüğüm hale bak, Abidin’e karşı argüman geliştireceğim diye kendi değerlerimle çelişmek üzereyim!
Poşetleri arabanın bagajına bırakırken “benzin de çok arttı be Abidin” dedim, kontağı çevirmeye korkar olduk artık.
“Beni hiç etkilemiyor artış” dedi, “toplu ulaşım kullanıyorum olabildiğince, arabayı haftadan haftaya çocuklarla gezmek için çıkarıyorum, o da taş çatlasın yirmi kilometre, benzin 14 lira olsa ne yazar, 140 lira olsa ne?”
Baktım arabası yok, belediye otobüsüyle gelmiş hakkaten.
Elindeki kumaş poşetin içinde yarım kilo yük var ya da yok, sallaya sallaya gidiyor..
Laf da koyamadım ya, hırsım kabardı, “dur Abidin” dedim, “bir çay içelim bir yerlerde”.
“Ismarlarsan olur” dedi.
Dedim “ısmarlamam mı”?
Oturduğumuz kafede çay 12 liraymış.
“Çüşşş!” dedim bu kez sesli olarak.
“Sen kaşındın ama” dedi Abidin.
Karşımda ayna olsaydı çenemden şakaklarıma, oradan alnıma kadar seviye seviye yükselen kırmızılığı görürdüm eminim.
Ayna yok, ama Abidin var.
Görmüş müdür?
Görmüştür kesin.
Aklınca beni yumuşatmaya çalışıyor:
Neymiş efendim, insanlar kafede çay içmek zorunda değilmiş, parklar meydanlar, termoslar ne güne duruyormuş? Herkes çayını evinde yapıp getirebilirmiş.
Yapıyoruz da tabi bunu ama..
Hani canım kırk yılın başı insan eşiyle dostuyla bir kafede oturup çay da içemesin mi yahu?
Garson bu arada bizim konuşmaları duymuş olmalı ki “abilerim siz bu içtiğiniz çayın çay olduğunu mu sanıyorsunuz?” diye karıştı lafa.
“Değil mi?” diye bir ağızdan sorduk ikimiz de.
“Değil” dedi, “bu içtiğinizin yarısı kira, yüzde yirmi beşi benim maaşım, yüzde on beşi elektrik, geri kalanı da kredi faizi, aidat, stopaj, vergi, muhasebe, harç, rüsum, vb.”
Hayretler içerisinde kaldık.
“Çay nerede gerçekten?”
“Çay may yok abi” dedi, “burada yarım saat laklak yapıp, ufo’nun altında ısınıp sonra da defolup gideceksiniz işte” dedi. “Sayenizde dükkan sahibi kirasını, ben maaşımı, devletimiz de payına düşen cukkasını alacak hepsi bu, bir çeşit amme hizmeti anlayacağınız, bizim patron da hizmet gönüllüsü, bak orada kasanın başında oturuyor”.
Hiç böyle garson görmemiştim.
Çayları şekersiz içip fazla masraf yaratmadığımız için sevinerek ayrıldık oradan.
Ama Abidin’e sorsak şeker zaten sağlığa zararlı. Dışarıdaki ısıtıcılar sigara içenler nedeniyle yanıyor ve biz onların parasını içtiğimiz çaylarla ödüyoruz. Sigara desen zaten külliyen zehir. Bu durumda da “bir paket sigara kaç lira oldu haberin var mı hey Abidin?” diye soramıyor insan.
Biraz karışık oldu farkındayım ama mantığı yavaş yavaş kavrıyorsunuzdur sanırım.
Dönüş yolunda bombardımana devam ettim ama yine de:
- Bir bira 25 lira olur mu yahu, el insaf!
- Alkol sağlığa zararlı.
- Doktor muayenesi 600 lira olmuş ona ne diyeceksin?
- Özele gitmek zorunda değilsin, devlet hastaneleri ne güne duruyor?
- Kıçımızı silemiyoruz Abidin, tuvalet kağıdı, hijyenik ped?
- Eskiden su vardı, bez vardı bez! Ormanlarımız yok oluyor!
- Gübre fiyatları aldı başını gitti Abidin, çiftçi tarlasını ekemiyor.
- Organik kullansın, permakültüre dönsün, kimyasal gübre zaten zararlı.
- Elektrik, doğalgaz?
- Devir tasarruf devri, global ısınma, karbon emisyonu, fosil yakıt kullanımına son!
Aaaa arkadaş bir dakika ya, bunları savunan bendim, roller ne ara değişti?
O kadar çaresiz kalmışım ki beynim zonklayarak ateşler içerisinde yarı baygın “Swaroski taşlı çanta 28 bin lira olmuş ama ne haber?” deyiverdiğimi hatırlıyorum en son.
“Onlar da lazım, zenginin parasını cebinden alıp ekonomiye katamazsın başka türlü” deyiverdi …..! (noktalı yerleri siz doldurun artık).
Ben başa çıkamıyorum, Allah seni bildiği gibi yapsın emi Abidin!
Abidin bir kurgu karakter sanıyorsunuz değil mi?
Değil!
Abidin benim çok yakınım.
Gerçek bir kişilik.
İsmi Abidin değil tabi ama var öyle biri.
Kişilikten öte, aslında bir zihin yapısı Abidin.
Neden böyle diyorum?
Çünkü her ailede, her iş yerinde, her köyde, her mahallede, her toplulukta var böyle bir Abidin.