Ölüm gibi onulmaz, sözlerin her türlüsünün kalın bir puntoyla noktalandığı dehşet verici “o an”ı bile zarafetle taşıyabilen kadınların gidişi her zaman daha fazla hırpalar beni.
Hele de aşktansa o ölüm, daha da yaralayıcı ve sarsıcıdır…
Amy Winehouse’ un apansız terk edişi sonrasında magazin sütunlarında ağızlarından kan damlayarak vakanın “uyuşturucu” ya ilişkin endekslerini enine boyuna yazıp çizenleri tarifsiz bir tiksinti duygusuyla izlerken, hiç kimsenin bu kısa ömürlü, eşsiz yeteneğin nasıl olup da bu finale vardığını araştırmamış olmaları daha da üzücüydü.
Çünkü Amy, aşktan öldü…
Uyuşturucu bağımlılığı, alkol düşkünlüğü sadece ilerlediği yolu keskinleştiren aksesuarlardan ibaretti.Kadınlar erkeklerden daha derin ve ürkütücü bir cesaretle aşklarını sahiplenirler.
Sosyal tedirginlikleri,”etraf ne der” ikilemleri, mantık filikaları yoktur. Gerçekten, yürekten aşık olan bir kadın, erkeklerin atlayıp atlamamakta tereddüt edip kendini güvende tutmayı “aşka” tercih ettikleri o siyah okyanusa düşünmeden atlar.Bu yaradılıştan gelen cesaretleri, aynı yaradılışın geleneği olan muazzam bir hassasiyetle el ele ilerler.
Erkeklerin pek de üzerinde durmadıkları, hesaplamadan sarf ettikleri kelimeler o kadınları çok kanatır,derinden hem de.
Zehri içlerinden atmanın yolları muhteliftir.
Amy, bu yaralarını “pervasız” görünerek, “bağımlı” bir Rock yıldızı kostümüyle kapatmaya çalıştı. Zehri atabilmek için seçtiği yol ise, şarkı söylemekti.
Blake Fielder Civil adında bir müzisyen, bu genç kadının geçtiğimiz Cumartesi günü noktalanan Kelebek ömrünü ince ince kanatan adamdı işte.
Sahip olduğu tüm sıfatlardan soyunup,kendini sadece Blake’ e duyduğu aşkla tarifleyecek kadar özel bir yüreğe sahip olan Amy, bu her şahit olanın dehşete düştüğü büyüklükteki aşkına karşılık olarak sadece acıyla emzirildi.
Bu ufuksuz, sonsuz aşkın hedefi olan Blake ise, müzikal yeteneği ne denli derinse, Amy’ nin hissettiği aşkı barındıramayacak kadar sığ bir yüreğe, ruha sahipti. Bu sığlık, karşı karşıya kaldığı eşsiz sevda yüzünden onu hoyratlaştırdı.
Bir daha asla onu bu denli dipsizce tukuyla sevecek bir kadına rastlayamayacağına inandığından Amy’ yi terk etmedi. Edemedi. Fakat bu gencecik kadının aşkının büyüklüğü altında ezilmemek için çareyi onu inciterek uzakta tutmakta buldu.
Korkak, yüreği dapdar bir adamı,Amy gibi bir kadın nasıl olur da bu denli derin sevebilir?
Bir kadının, hiç birimizin anlamlandıramadığı, “nasıl olup da bu adamla beraber” bilmecesinin peşine düştüğü o anlarda hep şunu cepte tutmamız gerekir; Kadınlar, hiçbir formülle görüp anlayamayacağımız kadar özel bir gizli vizöre sahiptirler. İşte o gördüğü, emin olduğu ışığın peşi sıra koşarak ilerledi Amy.
Asıl korkutucu olan, en yakın arkadaşıyla aynı yatakta yakaladığı, en akıl almaz cümlelerle kalbini atomlarına defalarca ayıran bu adamdan, ömrünün finalini erken getireceğini bile bile aşkından vazgeçmemesiydi.
Yakın bir arkadaşına bulunduğu şu itiraf, Amy’ nin sarsıcı aşkını çok berrak tarifliyor aslında; “Beni asla onu sevdiğim kadar sevmeyecek, biliyorum. Kalbimi hak etmediğini de biliyorum. Ama gözlerine her baktığımda yaşadığım mutluluktan vazgeçemiyorum. Sırf onunlayken, onsuz hissediyor olmaya katlanabilmek için ayık kalmamaya çalışıyorum. Tek yol bu.”
Attila İlhan’ ın eşsiz dizelerinde ki gibi, “…gözlerin gözlerime değince, felaketim olurdu,ağlardım!”
Sesi, müzikal yetenekleri ve muazzam yüreğiyle, rengarenk kelebekler gibiydi Amy.
Ömrü de bir kelebek kadar kısa oldu.
Aşık olduğu adamla birlikte olmaksızın geçecek uzun bir ömre, onunla geçecek yaralı, kısa bir ömrü tercih etti.
Amy, aşktan öldü…
Yazan: Acerakis