Yazar: İpek Türel
İnsan yavrusu, annesiyle göbek bağı kesilip ilk kez ciğerlerine havayı soluduktan sonra, biricik ve bağımsız bir canlı olarak bu dünyadaki hayatına başlıyor. Annemizle somut bağımız her ne kadar burada kopmuş olsa da ebeveynlerimizle aramızdaki bağ aynı zamanda bizim gerçekliğimizi de oluşturuyor.
Dünyaya gelirken, kendimizle birlikte bizden nesiller öncesine dayanan bir genetik mirası da yanımızda getiriyoruz. Baştan aşağı dış görünüşümüz bu genetik mirastan etkileniyor. Sahip olduğumuz bazı kalıtsal hastalıkları dahi bizden önce yaşamış akrabalarımızdan alabiliyoruz. Peki DNA ile taşındığını bildiğimiz yüzlerce özelliğimizin dışında, bizden birkaç nesil önce yaşamış akrabalarımızın anılarını, yaşadıkları travmaların nesiller arasında taşınarak bize ulaşmış olma ihtimali var mı?
Son yıllarda nesiller arası travma geçişine ilişkin olarak çeşitli araştırmalar yapılıyor. Bunların bir kısmı epigenetik araştırmaları oluştururken, bir kısmı da travmayı birebir deneyimlemeyen nesillerde ortaya çıkan travma tepkilerinin öğrenilmiş davranış kalıpları olduğu üzerine odaklanıyor.
Travmanın nesiller arası aktarımı
Travma sonrası gelişebilecek psikolojik sorunların genel çerçevesini incelemenin ardından, yaşadığı travma sonrası stres bozukluğu geçirmiş üst nesilden sonra gelen alt nesillerde bu travmaların etkisinin görülüp görülemeyeceği konusuna geri gelebiliriz.
Travmanın etkilerini birebir deneyimleyen bir kişide görülebilecek semptomlar, mutlaka birkaç nesilde ortaya çıkacak veya bu kişilerin alt nesillerinde bu travmanın etkileri mutlaka görülecek diye bir durum elbette ki kesin olarak söylenemez. Travmanın nesiller arası aktarımı ile ilgili ortaya konulan ve doğruluğu bulunmaya çalışılan hipotezlere ve araştırmalara baktığımızda, üst nesillerdeki travmanın etkilerinin alt nesillerin, kaygı bozukluğu gibi psikolojik sorunlara yatkınlığını, stres ile direkt ilişkili olan kortizol hormonu seviyelerini etkilediğini, bireylerin aile içi sorunları, bağlanma şekilleri gibi bir çok konuya etkisi olduğunu ileri sürmektedir.
Soykırımlar, zorunlu göçler, terörizm gibi toplumsal olayların mağdurları ve onların çocukları ile torunları ile yapılmış çalışmalar görüyoruz. Bu çalışmaların bir kısmında anlamlı sonuçlar elde edilmiş olmasıyla beraber bir kısmında da belirgin sonuçlar ortaya konulmamıştır.
(Bu yazı Gorgon e-Dergisi’nin 4. Sayısı’nda yayınlanmıştır.)